Antarktika: Buzlar Altındaki Saklı Gerçekler!

iceberg antarctica polar blue 53389

Antarktika’nın Gizemli Geçmişi: İlk Keşifler ve Efsaneler

Antarktika, gezegenimizin en zorlu, ıssız ve az keşfedilmiş kıtasıdır. Bu donmuş çöl, tarih boyunca sayısız efsaneye, masala ve gizemlere ev sahipliği yapmış, keşfetmeye çalışanların da canına mal olmuştur. Artık Antarktika‘nın varlığı, bir zamanlar olduğu gibi bir sır değil. Gezegenimizin altında keşfedilmeyi bekliyor. Ama keşfetmenize izin verilmiyor. Hatta elleriniz serbest şekilde oraya gitmenize bile izin verilmiyor. Peki neden? Neden ülkeler bu buzullarla kaplı kıtayı gizli bir hazine gibi gözlerden uzak tutmaya çalışıyor? Yoksa tüm bunların ardında sadece belirli bir grubun bilmesini istedikleri bazı gerçekler mi var?

Antarktika hakkında anlatılan hikâyeler ve ardındaki gerçekleri çözmeye çalışacağız. Bu yolculuğun sonunda, kafanızdaki birçok soru cevaplanırken, çözülmeyi bekleyen yeni sorular da doğacak.

Claudius Ptolemy ve Terra Australis Incognita

pexels photo 20432605

Milattan sonra 100. yılda, oldukça önemli bir Yunan bilgesi olan Claudius Ptolemy ile karşılaşıyoruz. Onu daha çok Batlamyus veya Ptolemaios olarak duymuş olabilirsiniz. Kendisi astronom, matematikçi, coğrafyacı, astrolog ve filozof olarak kabul edilen sıra dışı bir karakter. Eski dünyanın bilgi merkezi olan İskenderiye’deki ünlü İskenderiye Kütüphanesi’ndeki parşömenler arasında bilgiye olan açlığını gideren Batlamyus, hayatının çoğunu burada geçirmiş ve bize miras olarak çeşitli alanlarda düzinelerce bilgi bırakmıştır. Bugünkü videomuzla ilgili oldukça ilginç bir iddiası daha var. Tarihte dünyanın güneyinde devasa bir kara parçasından bahseden ilk kişi odur. Ve bu kıtadan “Terra Australis Incognita”, yani bilinmeyen güney toprakları olarak “Coğrafya” adlı eserinde bahsetmektedir. Peki bu adam böyle bir varsayımda nasıl bulunabilirdi?

O zamanlar dünyanın kıtaları hakkında bilgi bu kadar sınırlıyken, engin okyanusların ardında varlığından kimsenin haberdar olmadığı Güney Kutbu hakkında bize nasıl bilgi verebildiğini soruyorsunuz, değil mi? Aslında Batlamyus’un bu sıra dışı iddiası tamamen bilime dayanıyordu. Tabii ki, yaklaşık 2000 yıl öncesinin bilimi bu, ama yine de bilim. Batlamyus, kendisinden 400 yıl önce yaşamış olan Aristoteles’in dünyanın yuvarlak olduğu yönündeki ifadelerini ve dünyanın yuvarlaklığından dolayı dengesini koruyabilmesi için kuzey ucunda ve güney ucunda ciddi ağırlıklar olması gerektiği fikrini benimsemiştir. Aristoteles’i de tebrik etmek lazım. Uzayın boşluğunu bilmeden ve gezegenin aslında bir yüzey üzerinde değil de havada bir tür asılı olduğunu bilmeden çok güzel bir çıkarımda bulunmuş. Aristoteles’ten yaklaşık 200 yıl sonra yaşamış Eratosthenes ve Hipparkhos ise dünyanın boyutunu ve çevresini oldukça doğru bir şekilde hesaplayıp sunmuşlardır. Evet dostlar, bundan 2200 yıl önce adamlar ellerindeki kısıtlı imkânlarla bile temel fizik ve matematiği kullanarak dünyanın şeklini, çevresini vs. hesaplamışlar. Bu yüzden, aradan geçen bunca zamandan sonra hala dünyanın şekli hakkında yorumlar yapmak, ne demek istediğimi anlıyorsunuz, gerçekten de çağ dışı ve bilim ve mantığa aykırı. Bu bilim insanlarının bilgileri sayesinde Batlamyus, bilinen dünyadaki kıtasal kütlenin büyük oranda kuzeyde olduğunu düşünerek, güneyde büyük bir kara parçası olması gerektiğini ileri sürüyor. Buna denge teorisi adını vermiştir. Ayrıca o dönemde Yunanistan’da böyle bir düşünce daha yaygındı. Buna göre dünyadaki tüm denizleri çevreleyen büyük bir kara parçası vardı. Bu yüzden denizler aslında bu kara parçasının içinde birer iç denizdi. İşte bu yüzden dev okyanusların ötesinde, onların sınırı olan bir kara parçası olması gerektiğini düşünüyor. Günümüzde dünyanın düz olduğunu ve kutuplarda dev bir duvar olduğunu düşünen kişiler, bu eski Yunan hatasını alıp gerçekmiş gibi bugün sağda solda satıyorlar. Bu iddiaya gösterdiğim tepkinin sebebi de bu. İnsanların çoğu gerçeği, 20 saniyelik TikTok videolarında sunulan asılsız iddialara dönüşmüş. Lütfen bunlara dikkat edin ve herhangi bir konuda özellikle yapay zekâyı kullanarak kendi araştırmanızı yapın.

Piri Reis Haritası ve Antarktika Gizemi

pexels photo 8318248

Batlamyus’un bu gizemli bilinmeyen güney toprağı fikri, yüzyıllar boyunca bir efsaneye ve bir hedefe dönüşmüş ve özellikle Avrupalı denizciler onu ilk keşfeden insanlar olmak için yarışmışlardır. Aradan geçen yaklaşık 1300 yılda geliştirilen denizcilik teknikleri sayesinde keşifler çağı başlar ve cesur denizciler, bilinmeyen toprakları keşfetmek için engin denizlere açılırlar ve gezegenimizi bize ayrıntılı olarak sunmaya başlayan haritalarla karşılaşıyoruz. Kuzey Amerika kıyılarını gösteren haritalar, Asya’yı gösteren haritalar ve giderek artan şekilde bunların tamamını bir arada gösteren daha büyük haritalar. Dünyanın gizemleri çözülüyormuş gibi görünüyordu. Ta ki 1511 yılında Osmanlı’nın büyük denizcisi Piri Reis, oldukça gizemli bir haritayla dünyayı sarsana kadar. Varlığı bile bilinmeyen Antarktika‘yı buzlarla kaplanmadan önce gösteren ünlü ve gizemli harita.

Devlet-i Aliye, yani Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün zirvesinde olduğu yıllarda deniz kuvvetlerinin en kritik isimlerinden biri olan Piri Reis, Kitab-ı Bahriye adlı eserini tamamlamıştır. Dönemine göre oldukça detaylı haritaların yanı sıra seyir bilgileri, liman bilgileri, coğrafi bilgiler ve doğa olayları gibi bilgileri de içeren oldukça değerli bir denizcilik eseridir. 1513 yılında kitabıyla ilgili araştırmalar yapan Piri Reis, dönemin padişahı Yavuz Sultan Selim’e bir başka büyük harita daha sunmuştur. Amerikan kıtalarına dair bilgileri bile içeren oldukça kapsamlı bir harita. Siz bu haritayı günümüzde ünlü Piri Reis haritası olarak biliyorsunuz. Ama aslında gördüğünüz, daha büyük bir haritanın sadece küçük bir parçası. Fakat bu küçük bölümde bile dönemi için oldukça değerli olan Afrika kıtasının Atlantik’e bakan kısmı, Kuzey ve Güney Amerika’nın doğu tarafları ortaya çıkıyor. Ama haritanın alt kısmında bir başka ilginç kara parçası daha görüyoruz. Orada Antarktika olduğunu bugün biliyoruz. Ama o dönemde sadece efsanelerden ibaret olan bu gizemli kıtayı Piri Reis nasıl çizmiş olabilirdi? Hem de üzerinde milyonlarca yıldır var olduğu söylenen buz tabakası olmadan. Mümkün değil, değil mi? Bunun ardında astral dünyadan gelen bilgiler ya da antik gelişmiş bir uygarlıktan kalma çizimler olmalı. Ve siz de Osmanlı’nın bu ünlü şairinin bu bilgilere bir şekilde ulaşmış olabileceğini düşünüyorsunuz. Normal. Çünkü yıllardır konuya gizem katmak için bu tür iddialar ortaya atılıyor. Fakat gerçekler aslında çok daha basit. Piri Reis haritayı yaparken uzaylılardan, kayıp uygarlıklardan ya da astral dünyadan gelen varlıklardan herhangi bir bilgi almamış. Kitabında da açıkça belirttiği gibi, sadece kendisinden önceki denizcilerden edindiği bilgileri derlemiş.

Peki o zaman Antarktika‘yı bu adam nasıl çizmiş? O dönemde kimsenin onu keşfedemeyeceğini söyleyenler bu konuda yanılıyorlar. Antarktika olduğunu size kim söyledi? İnternetteki forumlar, gizemli videolar vs. değil mi? Fakat Güney Amerika’nın en uç bölgesi olan Patagonya ve Tierra del Fuego’yu temsil ettiğinden ve kıta henüz tam olarak keşfedilmediği için Piri Reis bir haritalama hatası yapmış ve bölgenin keşfedilmemiş kısımlarını haritasının alt kısmına doğru uzatmıştır. Çünkü o zamanlar kıtanın uç şekli henüz tam olarak keşfedilmemişti. O dönemde birkaç yerde daha karşımıza çıkan bir haritalama hatası bu. Hatta harita, bugünkü bilgisayar modellemeleriyle düzeltildiğinde, çizimin Güney Amerika’nın doğu yakasıyla ne kadar uyumlu olduğu artık biliniyor. Yani, Piri Reis’in haritasında sizin düşündüğünüz gibi bir gizem yok. Hatta dediğim gibi haritasını çizerken kullandığı kaynakları da belirtmiş. Ve bunların arasında uzaylılar yok.

Haritada gizemli bir şey olmamasına rağmen, o dönemler için oldukça önemli bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Keşke Osmanlı gücünün zirvesindeyken o yerleri Avrupa’dan önce biz keşfetseydik. O zaman bambaşka bir dünya düzeninde yaşıyor olurduk.

Orontius Phineus Haritası ve Kayıp Kıta Atlantis

wp 1728514016078

Piri Reis’in haritasında aradığımız gizemi bulamamış olabiliriz. Ama 1531 yılında yayınlanan Orontius Phineus haritası işleri biraz karıştırıyor. Çünkü bir kez daha, Antarktika‘ya net bir şekilde benzeyen ve buzlarla kaplı olmayan bir güney kıtası görüyoruz. Hem de Afrika ve Güney Amerika’nın altında.

Fransız matematikçi, astronom ve haritacı olan Oronte Fine, 1531 yılında hazırladığı yeni ve eksiksiz dünya haritasını hazırlarken videonun başında bahsettiğim Batlamyus ustanın, Kristof Kolomb’un ve Amerigo Vespucci’nin notlarından ve çizimlerinden faydalandığını belirtmiş. Şimdi, güneydeki gizemli toprak efsanesinin Yunanlılardan beri var olduğunu söylemiştim. İşte bu yüzden eski dünya haritalarında güney uçta sık sık bir kıta görürsünüz. Kimse keşfetmemiş olmasına rağmen bu olgu, birçok Avrupalı haritacı tarafından temel bir kalıp olarak benimsenmişti. Bu haritada da durumun farklı olmadığını düşünebiliriz. Ama burada ilginç bir nokta var. Fine’ın haritasındaki kıtanın şekli, ancak insanlık Antarktika‘nın buzsuz halini 1990’larda yüksek teknolojiyle haritalandırdıktan sonra Antarktika‘nın görünümüne ciddi şekilde benziyor. Bu hala tartışılan bir konu. Araştırmacılar, Fine’ın aslında Avustralya kıtasını çizdiğini söylüyor. Ki bu çok düşük bir ihtimal. Çünkü Avrupa’lı kaşifler Avustralya’yı Fine’dan yaklaşık 100 yıl sonra keşfettiler. Bu ihtimal ortadan kalktığında geriye iki ihtimal kalıyor. Fine, yıllarca klişeleşmiş olan kayıp güney kıtası meselesini ele alıp kafasında bir kıta çizmiş ve tesadüfen bugünkü buzsuz Antarktika‘ya benzemiş. Ya da belki de Fine, imkânsız gibi görünse de buzlarla kaplanmadan önce Antarktika‘nın nasıl göründüğünü gerçekten çizebilmiş.

Fine’dan yüzlerce yıl sonra yaşayacak bir akademisyen bu ihtimali fazlasıyla ciddiye alacak ve binlerce yıl önce yaşamış olan ünlü filozof Bilge Platon’un notlarında bize anlattığı gelişmiş bir ütopya olan Atlantis’i bulduğunu iddia edecekti.

Charles Hapgood ve Kıtasal Kayma Teorisi

pexels photo 7037828

1904 doğumlu Charles Hutchins Hapgood, Harvard Üniversitesi’nde tarih eğitimi almış ve daha sonra tarih profesörü olmuş bir akademisyen. Tarih profesörü olmasına rağmen Hapgood’un iki büyük ilgisi daha vardı. Eski haritalar ve jeoloji. Yüzyıllık haritalarda karşımıza çıkan kayıp güney kıtası gizemini çözmeye çalışarak yıllarını geçirmiş ve eski Yunan efsanelerinden Orontius Finius’un haritasına kadar yüzlerce bilgiyi tarayarak ilginç bir teori üretmiş. Hepkûd’a göre bu eski haritalarda kullanılan küresel haritacılık teknikleri, zamanının çok ötesindeydi. Ve kıtaların kıyı şeritlerini, özellikle de Antarktika olduğunu düşündüğü yeri fazlasıyla iyi çizmişti.

Bu ve benzeri verileri tarihsel efsanelerle harmanlayan Hepkûd, buzul çağdan önce yaşamış gelişmiş bir medeniyetin insanlığa bazı teknikler miras bıraktığını iddia ediyor. Evet, bildiğiniz tufan öncesi medeniyet teorisi. Gouda’ya göre bu medeniyet, ileri denizcilik tekniklerine sahipti ve anakarası, Orontius Phineus ve Yunanlıların hedeflediği gizemli güney topraklarıydı. Ama tek bir fark vardı. Gouda’ya göre modern dünyada Antarktika olarak bilinen donmuş kıta, o zamanlar orada değildi. Atlantik Okyanusu’nun ortasında, çok daha ılıman ve yaşanabilir bir yerde bulunuyordu ve oldukça gelişmiş bir medeniyete ev sahipliği yapıyordu. Bu medeniyet, gelişmiş denizcilik becerileriyle hem Amerikan kıtalarına, hem Avrupa’ya hem de Afrika’ya ulaşmış ve oradaki diğer insanlarla antik bilgileri paylaşmıştı. Bundan 12 bin yıl önce yaşanan olaylardan sonra tufan olarak bilinen Younger Dryas döneminde devasa kıta, bugünkü dünyanın güney ucuna kaymış ve buzlarla kaplanmıştı. Kıtasal kayma mı?

Diğer akademisyenler, o dönemde Hapgood’un iddiasını saçmalık olarak gördüler. Devasa kıtalar nasıl hareket edebilirdi? Bunun bilimsel olarak imkânsız ve saçmalık olduğunu söylediler. Ancak bilmedikleri şey, kıtaların sürekli hareket halinde olduğuydu. Bu iddia aslında herkese ait değil. Kıtasal kayma teorisini ilk olarak 1912 yılında Alfred Wegener ortaya atmış. Fakat o dönemde bilim camiası bu iddiayı saçmalık diyerek reddetmiş. Daha sonra 1950’lerde, okyanus tabanını haritalama projesiyle, aradan geçen on yıllarda okyanus tabanındaki çatlaklar fark edilmiş. 1968 yılında Robert Parker ve Dan McKenzie tarafından ortaya atılan levha tektoniği teorisi şekillenmiş. Ve 1970’lerde ise GPS teknolojisi, kıtaların gerçekten de çok yavaş bir şekilde hareket ettiğini kanıtlamış. İşte bu yüzden bilim değişkendir dostlar, sabit değildir ve bilim, açık fikirli insanlar sayesinde ilerler. Kalıplarından çıkamayan dinozorlaşmış akademisyenlerle değil. Bakın, 1912 yılında Wegener, meslektaşları tarafından alay konusu edilmiş. Ama 1970’lerde doğru olduğu kanıtlanmış. Bu yüzden birileri ekstrem bilimsel şeylerden bahsettiğinde her zaman bir doğruluk payı olabileceği ihtimaliyle yaklaşılır. O fikri bilimsel olarak çürütmeye ya da doğrulamaya çalışın. Sadece fikir uçuk ya da henüz kanıt yok diye saçmalık demeyin. Gelecekte bakarsınız bilimsel bir kanun haline gelmiş. Bilemezsiniz. Hem bilimde hem felsefede açık fikirli olmak insanlığı ileriye taşır. Bunu unutmayın.

Fakat kıtasal levha tektoniğiyle HEP kodunun iddiası arasında bir fark var. Kıtalar her yıl çok çok küçük hareket eder. Bu yüzden sadece milyonlarca yıl sonra dünyanın kıtasal şekillerinde değişiklikler görmeye başlarız. Ama Hapgood’a göre neredeyse Kuzey Amerika kıtası büyüklüğünde olan devasa Antarktika kıtası, aniden Güney Kutup dairesine kaymış. Gerçekten de sınırları zorlayan bir iddia bu. Hapgood bu iddiasını şu şekilde destekliyor. Üzerinde yaşadığımız, dünyamızın en üst katmanı olan Litosfer’in yaklaşık 200 ila 400 km altında Astenosfer adı verilen erimiş bir katman var. Ve levha teknolojisi hareketi, bu katman sayesinde gerçekleşiyor. Ama Hepkut şu iddiayı öne sürüyor. Bundan 12 bin yıl önce ne olduysa, akıl almaz büyüklükte bir olaydı ve dünyanın tüm litosfer katmanı aşırı yüksek bir hızla kaymış ve bugünkü halini almıştı. Bu kaymanın sebep olduğu korkunç yıkım, tarihte tufan olarak yerini almış. Hatta bu iddianın daha sonra Chen Thomas’ın yazdığı Adem ve Havva kitabında da dile getirildiğini göreceksiniz. Açıklama bölümüne videoyu ekledim, lütfen izleyin. Gerçekten ekstrem bir iddia ve şu anki jeoloji bilgimizle bilimsel olarak neredeyse imkânsız. Neredeyse diyorum çünkü teorik olarak aslında olabilecek bir şey.

Örneğin, güneş sistemine girecek ve dünyaya yakın bir şekilde geçecek bir ötegezegenin kütle çekim etkisiyle dünyamızın ekseninde dramatik değişiklikler olabilir. Ve bu sırada kabukta dev kırılmalarla böyle bir kayma yaşanabilir. Bir başka olasılık da dünyanın, oldukça yüksek enerjili bir bulutsu ya da gama ışını rotasından geçmesi ve yüksek partiküllerin gezegenin çekirdeğini ve katmanlarını ısıtarak akışkan astronosferin daha sıvı hale gelmesi ve kabuk katmanının da buz üstündeki bir taş gibi ağırlık merkezlerine göre kayması. Gerçekten ekstrem senaryolar. Ve böyle durumlarda gezegenden geriye nelerin kalacağı da Allah bilir. İşte bu yüzden Hapgood’un teorisi genellikle göz ardı edilmiş. Ama jeoloji hakkındaki bilgimiz hala çok sınırlı. Bu yüzden eski bilim insanlarının yaptığı gibi bunların hepsi uçuk kaçık saçmalık demek için henüz çok erken ya da bilmediğimiz bir felaket yaşanmış olabilir.

Hapgood tarafından ortaya atılan bu fikir, daha sonra kayıp kıta Atlantis ile ilişkilendirildi. Ve Antarktika‘nın yaklaşık 5 kilometrelik buz örtüsünün altında eski uygarlıklara ait izler olabileceği fikri birdenbire popüler kültürde yer almaya başlar. Aslında bu fikrin oluşmasında Good tek sebep değildi. Çünkü Nazilerin II. Dünya Savaşı’ndan önce Güney Kutup bölgesine çeşitli keşif gezileri düzenlediğini biliyoruz. Ve bunun üzerine, tarihteki en büyük Antarktika çıkartması, 1946 ve 1947 yıllarında Amerikan ordusu tarafından planlanıp uygulanmış. Ünlü Amiral Richard Byrd liderliğindeki gizli High Jump operasyonu başlamış. Ve bugün bildiğiniz tüm Antarktika efsanelerine de yol açmıştır.

Antarktika’nın Resmi Keşfi ve High Jump Operasyonu

pexels photo 25857477

Binlerce yıllık efsanenin ardından güneydeki gizemli kayıp topraklar fikri sonunda 1820 yılında Rus imparatorluk donanması tarafından kanıtlandı. Ve Antarktika kıtası, resmen insanlar tarafından keşfedilmiş oluyor. Bu günden sonra ülkeler, dünyanın en zor iklim koşullarına sahip bu bölgeyi keşfetmek için sıraya giriyorlar. İlk kapsamlı keşif, 1928 ve 1930 yılları arasında Amiral Byrd tarafından gerçekleştirilmiş. Ve kıtanın Rosbush sağlık bölgesinde Küçük Amerika 1 adı verilen bir araştırma ve askeri üs kuruluyor. Takip eden yıllarda Byrd, bölgeye birkaç keşif gezisi daha düzenlemiş. Fakat gizemli kıtayı araştıranlar sadece Amerikalılar değildi. Naziler de 1938 ve 1939 yıllarında bölgeye keşif gezileri düzenlemişler. Birçok hikâyede Nazilerin de Atlantis’i aradığı söylense de aslında oraya bölgenin doğal kaynakları için gitmişler. Savaşa hazırlanan Nazilerin yüksek miktarda balina yağına ve çeşitli hammaddelere ihtiyacı vardı ve bunları da bu ıssız kıtadan elde etmeyi planlamışlar. Fakat dünya savaşının başlamasıyla, bu aktarım hattı daha başlamadan kesilmiş.

Olaylara gizem katan tek gerçek bilgi ise, savaşın son yıllarında Nazilerin sonun geldiğini anladığında Almanya’dan çeşitli askeri teknolojilerin, hatta bazılarına göre Hitler’in bile Antarktika‘daki üslere, oradan da Arjantin ve Şili’ye kaçırıldığı. Tabii bu, kesin kanıtı olan bir iddia değil. Fakat bazı üst düzey Alman subaylarının Güney Amerika’ya kaçtığı ve kimliklerini değiştirdiklerine dair ciddi kaynaklar var. Bu yüzden tamamı yalandır diyemeyiz bu teorinin. Kim bilir, belki gerçekten de buzların altına bazı teknolojileri sakladılar. Fakat bu gizli Nazi teknolojileri mi, yoksa Atlantis efsaneleri mi, yoksa tamamen ilgisiz sebeplerden mi bilinmez, savaşın hemen ardından Amerika, Antarktika‘yı keşfetmek için 4 bin asker ve bilim insanından oluşan büyük bir filo gönderiyor ve bölgenin şimdiye kadar gördüğü en kapsamlı deneyler başlıyor. Temelde basına verilen bilgiler, soğuk hava teknolojilerinin test edilmesi, bölgenin iklimsel ve jeolojik yapısının incelenmesi ve çeşitli bilimsel araştırmalar olarak sunuluyor.

Fakat bazılarına göre operasyonun çok daha gizli bir tarafı daha var. Kilometrelerce kalınlıktaki buzların altında yaşayan yüksek medeniyete sahip yaratıklarla temas kurmak. Anlatılan hikâyelerde, Amiral Byrd’ün keşif sırasında uçağıyla bu büyük yeraltı deliklerinden birine girdiği ve orada gelişmiş bir medeniyet tarafından karşılandığı, bir konuşma yaptığı ve bilgi paylaştıktan sonra tekrar bırakıldığı anlatılıyor. Hatta bu kaos sırasında bu varlıklarla yukarıda bir çatışma bile yaşanmış.

Tabii tüm bu uzaylı iddiaları ve orada bir medeniyet olduğu iddiaları, tek bir sefer sonucu ortaya çıkmamış. Sonraki birkaç on yılda, buz çekirdeği analizleri, Antarktika‘nın gerçekten de bir zamanlar tropikal ormanlarla ve çok çeşitli canlılarla kaplı ılıman bir kıta olduğunu keşfetti. Hatta konumunun orada olmadığı, daha ılıman ekvator bölgelerinde olduğu keşfedildi. Jeolojik araştırmalar ayrıca buzların altındaki kara şeklinin, yaklaşık 500 yıl önce çizilen Orontius Finius haritasına benzediğini keşfetti. Tabii birebir aynı değil. Ama benzemiyor da değil. Tüm bu keşifler bir araya gelince, insanlar Antarktika için kelimenin tam anlamıyla kafayı yemeye başlıyor. Hapgood’un teorileri ve iddiaları birden sorgulanmadan kabul ediliyor. Orada insanlığı bekleyen eski bir uygarlık olduğu fikriyle ilgili düzinelerce kitap birden piyasaya çıkıyor. Ve Antarktika birden dünyanın en büyük gizemi haline geliyor.

Ve tüm bu Antarktika çılgınlığı dünya çapında zirvedeyken ve insanlar oraya gidip tüm gizemlerini keşfetmek için can atarken, 1959 yılında 12 ülkenin katılımıyla Washington’da aceleyle Antarktika Antlaşması imzalanıyor ve bildiğiniz gibi kıtaya giriş çıkışlar insanlara kapatılıyor. İnsanların şüphelenmesi normal değil mi? Savaş bitmiş, teknoloji var. Neden gitmek keşfetmek yerine yasaklanıyor? Neden uçaklar üstünden uçamıyor? Orada ne saklanıyor? Üstelik uydu teknolojisi sayesinde internette bu tür ilginç oluşumların fotoğrafları dolaşmaya başlamışken.

Antarktika Antlaşması ve Gerçekler

wp 1728514131665

Aslında konuya ilk önce sağduyu ile yaklaşmakta fayda var. Yoksa paranoya ve komplo teorilerinde kaybolursunuz. Sırayla başlayalım. Amerika’nın araştırmalarından sonra başlayan Antarktika‘ya uluslararası ilginin en büyük sebeplerinden biri aslında devletlerin oradaki bölgeleri ve aşırı zengin kaynakları ele geçirme çabalarıydı. Basit bir örnek vereyim. Rusya’nın bilinen tüm petrol rezervleri 80 milyar varil. Fakat Antarktika’daki sadece Rost Denizi bölgesindeki petrolün 50 milyar varil olduğu düşünülüyor. Diğer kıyıları ve iç bölgeleri saymıyorum bile. Dünya Savaşından sonra yaşanan büyük sanayileşme döneminde buraya yapılacak bir saldırı, ülkeler arasında yeni bir savaşı tetikleyebilirdi ve tabii doğal hayatı da yok ederdi. Bu yüzden Antarktika Paktı imzalandı ve ülkelerin bölgedeki doğal kaynakları kullanamayacağına ve üzerinde askeri faaliyette bulunamayacağına karar verildi.

Antlaşmanın diğer maddeleri arasında da bölgenin üye ülkelerin onayıyla bilimsel çalışmalar için kullanılacağı ve bulunan herhangi bir verinin üye ülkeler arasında paylaşılacağı maddesi de yer alıyor. Yani anlaşma aslında gerçekten de iyi bir anlaşma. Şimdi anlaşmayı Amerika ve müttefikleri yapmış olsaydı, bunda bir iş var derdik. Ama o zaman bile birbirine karşı olan ülkeler imzalamış. Günümüzde bu sayı daha da artmış. Yani orada bir gizem saklamaktan ziyade, kaynaklara saldırıyı ve olası çatışmaları engellemek daha mantıklı görünüyor. Peki ya Amiral Byrd’ün Highjump operasyonu, uzaylılarla teması, hatta çatışma olayları? Amiral Byrd’ün bunları günlüklerine yazdığını iddia eden kişiler, aslında tüm o Antarktika çılgınlığı sırasında çeşitli kitaplar yazıp programlar yaparak para kazanan kişilerden ibaret. Amiral’in günlüklerinde normalde böyle bir bilgi yok. Hatta adamın katıldığı televizyon programında kendi anlatımını dinleyin.

Bilim için dünyanın en değerli ve önemli yeri. Bu yüzden tüm bilim grupları, ülkelerinde son derece ilgi çekiyor. Ama bundan daha önemli olanı da, ülkenin geleceğine bağlı. Çünkü burası doğal kaynakları tükenmeyen bir kaynak. Dediğim gibi tüm o yeraltı medeniyeti ve çatışma çıktı muhabbeti tamamen uydurma ve iki kitap çıkarıp voleyi vuran tipler tarafından üretilmiş.

Amiral’in ailesi ve arkadaşları da bu konularda açıklamalar yapmış ve yazarların iddia ettiği günlüklerin aslında hiç var olmadığı kanıtlanmış. Zaten yazarların hiçbiri iddia ettikleri günlükleri hiç göstermemişler. Kıtanın üstünden uçuşların yasaklanmasının sebebi ise bölgedeki hava koşullarının aşırı tehlikeli olması, manyetik kutup bulundurduğu için elektronik cihazlara zarar verecek olması ve uçuşları tehlikeye atacak olması, acil bir durumda da devasa alanda inebilecek bir pist olmaması. Unutmayın ki Antarktika, neredeyse Kuzey Amerika kadar büyük. Tabii bir de gizli bir şekilde kıtanın üstünden uçup, merkezine inip bazı gizli işler çevirmelerinin önüne geçmek için yine üye ülkelerin geliştirdiği bir yasaklama. Bu yüzden bu veriler sadece Amerika’da değil, üye ülkelerde de kontrol ediliyor.

Sivillerin Antarktika‘ya alınmaması konusu ise tamamen doğru değil. Anlaşmaya dahil olan 56 ülke, buradaki izinle bilimsel çalışmalar için araştırmalar yapabiliyor. Bunların arasında Türkiye de var. Vatandaş olarak gitmek istiyorum derseniz, Antarktika turları aşırı yüksek fiyatlara sunuluyor. Hatta bazı kıyılara kadar gidebiliyorsunuz. Fakat merkeze doğru gitmek yasak. Kışın eksi 80, yazın ise eksi 20 derece civarında olduğunu düşünürseniz nedenini anlarsınız. Kesin bir ölüm sizi bekliyor olacaktır. Uydu fotoğraflarında görülen gizemli oluşumlara gelince, internette sık sık göreceğiniz görsellerden biridir. Örneğin bu. Yere çarpmış ve sürüklenmiş gibi görünen bir uzay gemisinin iddia edilen görüntüsü. Bu iddia popüler hale gelmiş olsa da kırpılmamış halinin aslında dağ yamacından yuvarlanan bir kaya parçası olduğu ortaya çıkmış. Peki ya piramit şekilleri? İşte işler burada gerçekten ilginçleşebilir. Tabii Antarktika dışında olsaydı. Normalde doğada keskin kenarlar pek görülmez. Hava ve su aşınımı, kenarları yumuşatır. Ama buz aşınması hariç. Buzul aşınması tam anlamıyla bir jilet gibi çalışır ve en sert kayaları bile keskin kenarlarla keser. İşte bu yüzden dünyanın çeşitli yerlerinde, bir zamanlar buzul olan bölgelerdeki dağların keskin kenarlı olduğunu görürsünüz.

Ayrıca unutmayın ki gördüğünüz şey aslında kar altında kalmamış Elsworth Dağları’nın tepesi. Yani altında devasa bir dağ var. Peki ya gizemli tünel girişleri? Doğru. Evet, photoshoplandığı belli olan onlarca sahte görüntü var, fakat kıtada yazın açılıp kışın kapanan büyük mağara girişleri de var. Ama takdir edersiniz ki, bunlara uzaylı iniş pistleri demek yanlış. Doğal buzul mağaraları da olabilir. Oraya gidilmeden yorum yapmak yanlış olur.

Özetle, Antarktika hakkında duyduğunuz hemen hemen her şey. Biraz da Kanal Gizem kanalına malzeme kalsın. %99’u insanların kanıt göstermeden, birkaç tarihsel kayıt göstermeden anlattığı birer internet efsanesi ve tıpkı Amiral Byrd’ün günlüğü hikâyesi gibi çoğu da yalan çıkmış.

Bu Amerika’da bir sektör dostlar. Adamlar böyle kitaplar yazıp programlara çıkıp para kazanıyorlar. Benzer hikâyeleri kanalda defalarca anlattım size. Bu yüzden bir programa çıkıp, arkanıza yaslanıp Antarktika‘da uzaylılar var, Naziler gitmiş onlarla görüşmüş, sonra Amerika onlarla savaşmış, sonra oraya gitmek yasaklanmış çünkü orada dev bir duvar var, demek, ortalıkta dolaşan tüm sahte bilgilerin çorbasını yapıp insanlara sunmaktan ibaret. Naziler gitmiş çünkü savaş öncesi yağ depolaması yapmaları gerekiyormuş. Amerika gitmiş çünkü o kaynaklara erişim istemiş. Ülkeler anlaşma yaparak bunu yasaklamış çünkü büyük ihtimalle üçüncü dünya savaşını tetiklerdi. Dev buz duvarı geyiği ise bundan 2000 yıl önce dünyayı bilmeyen eski insanların, gezegenin etrafında büyük bir kara parçası olduğu inancından geliyor. Kısacası söylenen her şeyin bir cevabı var. Sadece araştırmanızı yapın. Ama tek bir şey aklımda gerçekten gezegeni koruyor. Acaba 3 ila 5 kilometrelik buzulun altında gerçekten bir medeniyete ait izler olabilir mi? Aslında tartışılabilir tek konu bu.

Antarktika’nın Geleceği ve Çözülmeyi Bekleyen Gizemler

pexels photo 25857501

Acaba Hapgood’un teorisi gibi bundan 12 bin yıl önce yaşanan tufan denilen olağanüstü dönemde kıtalar gerçekten kaymış olabilir mi? Evet, ekstrem bir iddia, fakat insanı meraklandırıyor. Ve o dönemde bir ada ülkesi olduğu söylenen Atlantis, acaba güney kutup bölgesine kayıp donmuş olabilir mi? Günümüzde bilim, bunun olamayacağını çünkü kıtanın milyonlarca yıldır buzla kaplı olduğunu söylüyor. Ve bize Antarktika‘nın aslında ekvatora en son 200 milyon yıl önce, kıtaların birbirine yakın olduğu dönemde yakın olduğunu gösteriyor. Peki 200 milyon yıl önce gezegende birileri var mıydı? İşte bunu bilmiyoruz. Belki de gerçekten bir medeniyet vardı ve zamanla yok oldular. Normalde bu kadar uzun bir sürede hiçbir medeniyetten tek bir iz bile kalmaz. Doğa süpürür. Fakat kıta milyonlarca yıldır donmuş halde. Yani bazı şeyler korunmuş olabilir. Bunu ancak bu devasa alanın buzları bir gün erirse keşfedebiliriz. Yoksa 3 ila 5 kilometrelik buzu delerek eksi 80 derecede araştırma yapmak, oldukça zorlu bir sınav olurdu. Hele ki 16,6 milyon kilometrekarelik bir alanda.

İşte bildiğimiz Antarktika gerçekleri bunlar. Kıta, uzaylılar ya da Naziler olmasa bile gerçekten de oldukça gizemli bir bölge. Özellikle bilimsel açıdan. Ve görünen o ki, o buzlar orada olduğu sürece kıta da gizemini korumaya devam edecek. Ve bu da uzun bir süre devam edeceği anlamına geliyor. Ama kim bilir, belki de bir gün küresel ısınmayla incelen buzların altından bize kendini gösteren bir şeyler olur. İşte o zaman elle tutulur bir şey bulunduğunda ilk videoyu yapacağım. Sonuçta kanalın amacı bilinmeyeni araştırıp tartışmak. Ama maalesef şu an ortalıkta dolaşan bilgilerin neredeyse hepsi clickbait çöpünden ibaret.

Tabii devletlerin her şeyi bize dürüstçe paylaştığına zerre kadar inanmıyorum. O da saflık olurdu. Ama hükümetlere güvenmediğimiz için donmuş bir çölde yüksek medeniyete sahip uzaylılar var demek de bana biraz uçuk geliyor. Çünkü elle tutulur bir temele dayanan tek bir komplo teorisi iddiası bile bulamadım. Hepsi genel olarak tek bir kaynak tarafından bize sunulan ve havada kalan ya da kolayca çürütülen iddialar. Ve unutmayın ki kıtayı sadece Amerika değil, onlarca ülke kontrol altında tutuyor. Yani orada kimse kafasına göre at koşturamaz.


Okusana.ORG sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın