Yoğun Bakım Uzmanı anlatıyor: Ölümü yaklaşan biri nasıl anlaşılır?
Yoğun bakımda görev yapan bir sağlık çalışanı olarak, yaşadığım deneyimler bazen beni derinden etkiliyor. Her yıl yoğun bakım ünitesinde, sedyeyle ölü olarak çıkan yüzlerce hastamız oluyor. Bazen sırtımdan soğuk bir şey geçiyor, sanki Azrail etrafımda dönüyor gibi hissediyorum. Bu his, ölümün yaklaşan bir anı gibi bir duygu bırakıyor. Çünkü ölümün belirtilerini fiziksel olarak gözlerimle görüyorum; hastaların bedeni, parmak uçlarından başlayarak morarıyor. Bu değişiklikleri izlerken, bir yandan da nefes alıp verme şekillerindeki değişiklikleri, kalp atışlarındaki yavaşlamayı gözlemliyorum. Ve bu, ölümün sadece bir biyolojik süreç olmadığını, ruhsal bir hal olduğunu da bana anlatıyor.
Ölüme giden hastaların geçirdiği son anları izlerken, çok farklı duygular hissediyorum. Bazıları, acılar içinde bağırarak ölüyor, bazıları ise sessizce, morarmış bir şekilde hayatını kaybediyor. Ama şunu da gördüm ki; bazı hastalar var ki, yüzlerinde bir tebessümle ölürler. O kadar farklı bir hal ki, gözlerinizle gördüğünüzde şok oluyorsunuz. Bu hastalığın ilerleyen evrelerinde, bilinci kaybolmuş, acı içinde olan birçok kanser hastasıyla da karşılaşıyoruz. Onlar, morfinle tedavi edilseler de, bazen bu ilaç bile acıyı dindirmiyor. Benim inancım, bu acının sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir şey olduğunu; ölümle birlikte bir canın bedenden ayrılmasının bir parçası olduğunu düşündürüyor.
Yoğun bakımda çalışmak, zaman zaman çok zorlayıcı olabiliyor. Çünkü her hasta farklı bir hikaye, her ölüm farklı bir deneyim. Ölüme yaklaşan hastanın vücut hatları değişiyor. Yüzlerinde, özellikle burun ve ağız arasında oluşan üçgen bir çöküş beliriyor. İşte o an, bu hastanın ölümüne ne kadar kaldığını az çok tahmin edebiliyoruz. Ama bazı hastalar var ki, ölüm dedikçe hayata dönüyorlar. Bir gün sabah işe geldiğimde, ölüm döşeğindeki bir hastanın, bir saat önce ölecek denilen birinin, yatağında doğrulup yemek yediğini gördüm. O hasta üç yıl daha yaşadı. Böyle anlar, hem şok edici hem de ilginç oluyor. Çünkü bazen ölüm, zamanla sabırla gelir ve bazen bir anda gider.
İlgili: Öldükten Sonra İlk Ne Olacak? Kabirde İlk 24 Saat!
Tabii ki, ölümden sonra hastayı kaybetmenin psikolojik etkileri de var. Bazı doktorlar, “Benim hatam yüzünden bu hasta öldü” diye kendilerini suçlayabiliyorlar. Özellikle deneyimli doktorlar, bir hastayı kaybetmenin ağır psikolojik yükünü taşıyabiliyor. Ancak benim için, ölümün kaçınılmaz olduğuna inanmak, bu süreci kabullenmemi sağlıyor. Namazım, inancım, hayatın geçici olduğunu anlamam, ölümle ilgili korkularımı ve endişelerimi minimize ediyor.
Reanimasyon (canlandırma) anları, bazen gerçekten insana zor geliyor. Bir hastayı hayata döndürmeye çalışırken, bir yandan da ölümün geldiğini hissedebiliyorsunuz. Bazen o kadar uzun uğraşıyoruz ki, bir noktada bir “hissiyat” oluşuyor. O an, ölümün gerçekten geldiğini hissediyorsunuz. Çoğu zaman, müdahale sonrası hasta geri dönse de, bir başka durumda ölümün, beklenenden daha hızlı geldiğini fark ediyorsunuz. Çalışırken tüm reflekslerim devreye giriyor, eğitimimle ne yapmam gerektiğini biliyorum. Ancak insanın içinde bazen bir belirsizlik, bir kaybolmuşluk hissi olabiliyor. Özellikle hasta yakınlarının o anki durumları da bizi etkiliyor. Onlar, gözlerindeki çaresizlik ve acıyı görmek, bazen bizleri de zor durumda bırakabiliyor.
Sonuçta, yoğun bakımda yaşadığımız her ölüm, bizim için farklı bir sınav, farklı bir deneyim. Her ölüm benzersizdir, her biri bir yaşamın sona ermesinin yanı sıra, geriye kalanlar için de bir öğrenme, kabullenme sürecidir.
“Hiç şiddet gördün mü? Ben, birkaç kez şiddet gördüm. Özellikle alkol ya da madde etkisi altındaki hastalar, yoğun bakıma geldiğinde bazen agresifleşebiliyorlar. Bir keresinde bir hasta, ambulansla geldiğinde sakinleşmeye çalışırken bir anda bizimle tartışmaya başladı. Erkek hastalar genelde bize direkt şiddet uygulamıyor, ama kadın hemşireler için durum farklı. Çoğu zaman sakinleştirmeye çalışıyoruz, ama bazen zor oluyor. Eğer durum çok şiddetli olursa, birkaç kişi bir araya gelip hastayı bağlayıp kontrol altına almaya çalışıyoruz. Sonrasında da polis ya da güvenlik gelir ve hastayı alır.
İlgili: Tesettürün İslam’daki Yeri: Kadınların Örtünme Hikayesi ve Önemi
Ama bir de başka bir durum var: Zor bir süreç, yıllar boyunca tedavi gören, sonuç alamayan ve nihayetinde yaşamını kaybetmeye yaklaşmış hastalar. Bazen hastalar, ‘Beni bırakın, ben yaşamak istemiyorum’ diyerek son bir kez mücadele etmeyi reddediyorlar. Ama genelde, buna fırsat kalmadan düşüp bayılıyorlar. O zaman bizim işimiz başlıyor. Bir yandan onlara müdahale ediyoruz, kalp masajı yapıyoruz, entübe ediyoruz. Gerçekten çok zor bir durum, çünkü bazen hastalar hayatta kalıyor ama entübe şekilde, makinelerle yaşıyorlar. Ailelerine, ‘Oğlunuz ya da kızınız hala yaşamda ama bu şekilde’ diye haber vermek çok zor. Onlar da karar veremiyorlar. Bazen hastalar haftalarca o makinelerle yaşamak zorunda kalıyor, ama bu durumun sonu ne olacak biliyoruz.
Ölümleri görmek, her gün karşılaşmak, insanı farklı bir noktaya getiriyor. Özellikle yakın bir kayıp yaşadığınızda daha da derinden etkileniyorsunuz. Geçen yıl kayınvalidemi kaybettik. Hastanede ölmesini istemedik, eve getirdik. Tedavisini biz yaptık. O anki her nefes alışını, her iç çekişini hissetmek, gerçekten çok zor. Bir yandan hastaları tedavi ederken, diğer yandan yaşamın ne kadar kırılgan olduğunu anlıyorsunuz. O yüzden işim bitince, hastane kıyafetimi çıkarıp eve gittiğimde, iş yerindeki tüm yükleri bırakmaya çalışıyorum. Yoksa bu, psikolojik olarak beni çok etkilerdi.
İlgili: Allah Peygamberlere Neden İhtiyaç Duydu?
Hastanede çoğu sağlık çalışanı, depresyon ya da başka psikolojik rahatsızlıklarla mücadele ediyor. Çünkü gördüğünüz her ölüm, her kayıp, üzerinizde kalıyor. Bu yüzden bir şekilde içsel bir huzur bulmam gerekiyor. Benim için o huzur, İslam’a sarılmakla geliyor. İşimi yaparken her zaman Allah’a tevekkül ediyorum, ama bir yandan da şunu hissediyorum: Hayatın ne kadar kısa olduğunu görmek, bana bir şeyler öğretmeye başladı. Bir hasta hayatını kaybettiğinde, ‘O an geldiğinde ben ne yapacağım?’ sorusu geliyor insanın aklına.
Yoğun bakımda çalışırken, her gün ölümle yüzleşiyorsunuz. Ama bu, bir anlamda bana yaşamı hatırlatıyor. Ölüm, insanı bir yandan korkuturken, diğer yandan farkındalık kazandırıyor. Ben de her gün daha fazla namaz kılmaya, Kur’an okumaya başladım. Çünkü yaşamın geçici olduğunu kabul ettiğinizde, geriye ne kaldığını düşünüyorsunuz. ‘Allah’a yakın olmak, O’nun rızasını kazanmak’ en önemli şey haline geliyor.
Görmek, yaşamak, bir insanın yaşamını kurtarmak ya da kaybetmek, insanı her açıdan dönüştürüyor. Mesela bir hasta iyileştiğinde, evine gittiğinde gerçekten mutlu oluyorum. Bazen içimden şunu soruyorum: Bugün Allah’ı razı edebildim mi? Birine iyilik yapmak, bir hayırda bulunmak, beni bir adım daha Allah’a yaklaştırıyor. Ama yine de eksikliklerim olduğunu hissediyorum. Çünkü bazen bir şeyler yapmak için geç kaldığımı düşünüyorum. Hayat, insana her zaman bir fırsat sunuyor ama ne kadarını değerlendirebiliyoruz?
Gençlere bir mesajım var: Ölümü hatırlayın. Gece yatağınıza yattığınızda, her gece küçük bir ölüm yaşıyorsunuz. Ve büyük ölüm, biz ne kadar hatırlarsak o kadar anlam kazanır. Ölüm, bu dünyadaki her şeyin geçici olduğunu hatırlatır. Bazen insanlar cenazelere gitmek istemez, ama bir cenazeye gitmek, ölümü hatırlamak, insanın yaptığı hataları gözden geçirmesine yardımcı olur. Şunu unutmasınlar: Her gün bir adım daha ileri gitmek, hayata ve ahirete dair bir şeyler yapmak, bizleri kurtaracak tek şeydir.
Ölümleri gördüm, her birini bir ders olarak aldım. Ama hala hatalarım var. İslam, bana her gün bir şeyler hatırlatıyor. O yüzden, her geçen gün daha fazla dua ediyorum, daha fazla ibadet etmeye çalışıyorum. Çünkü gerçekten yaşam, bir nefes kadar kısa ve her anı değerlendirilmeli.”
Okusana.ORG sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.